KAPIDAKİ YÜZLER, ÖTÜKEN NEŞRİYAT, TEMMUZ 2018


“Uçsuz bucaksız ovada yalnızlık yoldaşın olmuştu. Dost maskesi altında kim bilir kaçıncı defa sınanıyordun? Doğruların vardı senin kişilere, zamana, mekâna göre değişmeyen. İnsanları kendinle ayarlardın. En çok bu yüzden sevmezlerdi seni; bu yüzden sözünü değersizleştirmeye, ayak oyunlarıyla gözden düşürmeye çalışırlardı. Ne olurdu koridorlarda ayna gibi dolaşıp varlığınla onların küçücük dünyalarını yerle bir etmeseydin!
Donuk bakışlarında nelerin saklı olduğunu kim bilebilirdi ki? Aynı mekânda, aynı havayı solumak birbirini anlamak için yeterli miydi? Bilimden arta kalan o geniş zamanlarda kapalı kapılar ardında senden söz açılırdı. “O tuhaf adam mı?” diye yüzlerinde muzip bir tebessüm belirirdi. Ahmaklığından dem vurularak ayağına gelen fırsatları geri teptiğine gülünürdü. Kafanı kitaplardan kaldırmaman, edebiyattan başka konularda konuşmaman hatta çoğu zaman suskunluğa gömülmen dert olurdu arkadaşlarına. Senin durumunda olmadıkları için şükrederlerdi hâllerine. Bu nasıl dünyaydı böyle?”

***






    AYRI DÜŞMÜŞ ZAMANLAR, ÖTÜKEN NEŞRİYAT, MART 2012


“Akşam karanlığı camlardan süzülüp içeri sakinleşince ortada sadece ocağın müdavimleri kalırdı. Parmaklar arasında kehribar tespihler renk değiştirmeye durur, erirdi zaman; törpülenirdi ömür. (...)
Mesnevi’nin sayfaları bir bir açılır, gözler takip ederdi yazılanları. Bazen Safahat olurdu bu. Sözle kılıflanırdı kulağa takılanlar. Zaman ötesi kapılar açılır; geçmişe uzanır gönüller, bir sel olur akardı bakışlar. Toplumun her kesiminden insanlar gelir, diz dize verirlerdi. Kalpler tek olur atar; kıssalar anlatılmaz yaşanırdı adeta. Papağan, karga, tilki misallerindeki hikmetin eşiğine basılır. Sazlıktaki kamış olup inlerlerdi. Şehir boşalırdı akşamüstü. (...)

Gönüllerde Mesnevi yanar; bacalardan beyitler, kıssalar, ayetler tüter şehrin üstüne. Gecenin kör karanlığında güneş doğardı; yeniden doğmuş gibi yıldız yıldız olurdu evler.”


***